İYİ Parti Genel Başkan'ı Musavat Dervişoğlu Grup Toplantısı
İYİ Parti Genel Başkan'ı Musavat Dervişoğlu Grup Toplantısı
Aziz Türk milleti, milletvekilleri, dava arkadaşları, vatandaşlarımız ve basınımız toplanarak Atatürk'ü anma toplantısı düzenledi. İYİ Parti Genel Merkezi, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu ve siyasi gelişmeleri eleştirdi. Türk milleti için adalet ve demokrasi mücadelesi devam ediyor.
Haber Giriş Tarihi: 13.11.2024 15:49
Haber Güncellenme Tarihi: 13.11.2024 16:04
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.ortamhaber.com
.
Aziz Türk milleti,
Saygıdeğer milletvekilleri,
Kıymetli dava arkadaşlarım,
Ekranları başında ve sosyal medya platformlarında bizleri izleyen muhterem
vatandaşlarım,
Basınımızın değerli mensupları,
Salonumuzu teşrif eden hanımefendiler ve beyefendiler,
Sevgili gençler,
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum
Haftalık grup toplantımıza hoş geldiniz, şeref verdiniz.
Büyük Atatürk’ü ebediyete irtihalinin 86. yılında hep birlikte andık.
Ancak O’nu anmakla, anlamak arasındaki mesafe hala çok büyüktür.
Ama emin olduğum bir şey varsa,
Daima O’nu anlamaya çalışan Cumhuriyet çocukları olduğumuzdur.
O’ndan öğrendiğimiz ve anladığımız şeylerin başında da “Türk olmak” vardır.
Bizlere bunu Büyük Atatürk öğretti!
Çünkü O,
Türklüğü yüzyıllar süren uzun uykusundan uyandırandır.
Türk’e bir vatan ve yeni bir devlet,
Hürriyet ve ülkü,
Gurur ve şan verendir.
Türklüğü elbette Atatürk var etmemiştir.
Ama Türklüğün tarihteki son varoluş mücadelesini o muzaffer eylemiş,
20. asırda Türklüğü tariflemek şeref ve kudretine “O” sahip olmuştur.
Bize yeni bir yaşam biçimi,
Toplum olma bilinci ve yeni bir yönetim şekli vermiştir.
Çünkü asırlar boyunca, dünyanın şartları kökünden, kesin olarak değişirken
O yeni şartlara göre uygun hareket edilmediğinden ve edilemediğinden
Biz bir imparatorluk kaybetmiştik.
Kaybettiğimizin farkına vardığımızda ise iş işten geçmişti.
Çoktan değişmiş olan Yeni Dünya’nın en büyük kuralı şu idi:
Ne ekonomik ne de siyasi hiçbir karar, hiçbir eylem,
Ne kısa, ne de uzun vadeli hiçbir plan,
Bir kişinin iki dudağından çıkacak söze bırakılamazdı.
Hür bir millet olmak için, hür fertler olmak gerekiyordu.
Ayırmadan, kayırmadan,
Şahıslara ve keyfiyete mahal bırakmayacak şekilde,
Etnik kökene, dine, mezhebe ve bölgeye bakılmaksızın,
Tüm vatan sathında, aynı kanunla yönetmek icap ediyordu.
Devleti millete, milleti de fertlere aracısız şekilde bağlamak gerekiyordu.
Ferdin adı, Türk’tü.
O millet Türk milleti idi.
İşte Cumhuriyet bu yüzden kuruldu...
Şimdi 86 yıl sonra geriye dönüp baktığımızda
O’nu anmaktan çok anlamaya dönük ihtiyacımız,
Bu yüzden her şeyden çok daha önemlidir.
O’nun naçiz vücudunun toprak olmasıyla
O’nun en büyük emanetinin;
Türkiye Cumhuriyeti’nin var olması da buradan geçmektedir.
İşte bu kürsüyü kullanabildiğim müddetçe ben bunu anlatacağım.
Bunun için savaş verecek,
Ve bunun için son nefesimize kadar mücadele edeceğiz.
Değerli dava arkadaşlarım.
Bugün içinde bulunduğumuz hal ve gidişat,
Yalnızca 86 yıl önce bu dünyadan göçüp gitmiş o naçiz vücuda karşı yapılan
Hain ve menfur saldırılardan ibaret değildir.
Türk milleti telafisi mümkün olmayan bir yere doğru götürülmektedir.
Kısa ve öz ifade edeyim:
Büyüyoruz diyecekler ve bizi küçültecekler.
Bakınız,
Önce sistemi değiştirdiler,
Egemenliği Türk milletinden aldılar.
Hem de Türk milletinin çoğunluğuna onaylatarak yaptılar bunu.
Adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dediler,
İstikrar dediler, “büyük devlet böyle olur” dediler,
Neticede: Türk milletinin kaderi ve iradesi,
Bir faninin kaderi ve iradesine hapsedildi.
Türk devletini küçülttüler, Cumhur İttifakı devletini ise büyüttüler.
Sonra Türk milletinden egemenliğini almak yetmez,
Onu çoğunluk olmaktan da çıkartmak gerekir dediler.
İşte yıllardır yaptıkları nüfus mühendisliğinin amacı buydu.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını can evinden vurdular,
Çünkü hırsız içeride olunca, kapı zaten kilit tutmayacaktı.
Sınırları açtılar, din kardeşlerimiz dediler,
Türkiye büyük ülkedir, büyük nüfus gerekir dediler,
Şimdi milyonlarca soyu sopu belirsiz insan,
Bizi kendi vatanımızda çırak çıkarmaktadır.
101 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca
Türlü biçimlerde uygulanmaya çalışılan aynı oyunu oynuyorlar.
Açıkça Türk’ün vatanını kesip biçmenin
En kurnaz yöntemlerini uyguluyorlar.
Bir koyup üç alacağız diyecekler.
“Bölgemizin patronu olacağız” diyecekler.
“Süper güç olacağız” diyecekler.
Dün “demokrasi” getiriyoruz diyerek,
Demokratik açılımla yapmaya çalıştıkları şeyi,
Bugün, “Büyük Türkiye’yi” kuruyoruz diye yapacaklar.
Emin olun o an gelip, ete kemiğe büründüğünde,
Biz çoktan küçülmüş olacağız.
Ne hürriyet kalacak geride,
Ne Cumhuriyet.
Ne Türk milleti kalacak geride,
Ne de egemenliğimiz.
Bugün ağır ateşte pişirdikleri şeyin özünde,
Ortağı ve eş başkanı olmakla gurur duydukları
Büyük Ortadoğu Projesi’nin bu safhasında,
Normalleşmeden, yeni anayasaya,
“Devletin ülkesi, milleti olmaz” hadsizliğinden,
Terörist başını Meclis kürsüsüne davet eden delirmişliğe kadar her şey,
Sınırlarımızın hemen dibinde,
ABD, İngiltere ve İsrail’in talimatlarıyla,
İki sipariş devletin hamiliğini yaptırma planlarıyla ilgilidir.
İçeriye Misak-ı Milli; dışarıya da tekmil vererek yapacakları değnekçiliği,
Daha şimdiden üstün hizmet madalyası gibi yakalarına takmış anlatıyorlar.
İşte bunun adına “Büyük Türkiye” diyorlar,
Bunların ağzından “büyük” sıfatını duyduğunuz an, bilin ki Türkiye küçülmektedir.
Ve 101 yıl önce bize armağan ve emanet edilmiş olan
İstiklal ve Cumhuriyetimizi kaybetmek üzereyizdir.
Oyunun Türkiye’deki oyuncularının kimler olduklarını da çok iyi biliyorsunuz.
Başrollerde “iç cephe dedikleri” şey vardır.
İktidar adına malum saray mukimi,
Türk milliyetçiliğinden sorumlu malum bir devlet bakanı,
Ana muhalefet adına malum bir genel başkan,
Kandil’deki gedikli teröristler,
İmralı’daki terörist başı,
Onların Metropol sözcüleri malum eş başkanlar…
İşte iç cephe ve mahdumları bunlardır.
Bu “eş başkanlar” ve yardakçılarına da iki kelam etmeden geçmeyeceğim.
Bu büyük milletinin huzurunu, toplumsal barışını,
Etnik siyasetle zehirlemeyi kendilerine görev sayan,
Türkiye’nin menfaatlerinin aleyhine olan her şeyin işbirlikçiliğine teşne olan,
Kayyım gibi hukuksuz bir süreci,
Seçmen iradesinin gaspını bile özünden kopartıp,
Kirli siyasetlerine ve maksatlarına alet edip,
Cumhuriyete olan bitmeyen kinlerini,
Türk milletinin anlamına ve birliğine olan düşmanlıklarını,
Cumhuriyet düşmanlarını kutsamak üzerinden,
Dağda silahla, ovada tehditle her fırsatta dile ve eyleme döken bu alçaklara,
Geçmişte ne yapıldığını, şimdi ve gelecekte de ne yapılacağını hatırlattığımızda
Ses, bambaşka bir yerden geldi.
Bilinsin ki,
Cumhuriyet düşmanları nasıl yargılandılarsa, ne yaşadılarsa,
Cumhuriyet düşmanlarına çanakçılık yapanlar da öyle yargılanacaklardır.
Öyle muamele göreceklerdir.
Bu devletin anayasası ile kurulmuş baroların arkasına sığınarak,
Bu ülkeye düşmanlık yapanlara tekraren söyleyeyim:
Türk yargısı kararlarını Türk milleti adına verir.
Ona hasım olanların mahkemedeki yeri bellidir.
Şeyh Sait gibi sanık sandalyesidir
Seyit Rıza gibi sanık sandalyesidir.
Bizim savunduğumuz şey Cumhuriyet’tir
Uğruna öleceğimiz şey de Cumhuriyet’tir.
Mahkemedeki sandalyemizin yeri bellidir.
Şimdi bana söyleyin,
Sizin yeriniz neresidir?
Yüce Türk milleti yazan imza satırı mı?
Yoksa hükmün verildiği karar satırı mı? göreceğiz bakalım!
Büyük Türk milleti,
Bugün yaşadığımız elim ve vahim vaziyette
İki hususa dikkat çekmek isterim:
Bu iki husus,
Direncimizin nasıl kırıldığına,
Bizi nasıl savunmasız kıldıklarına ilişkindir.
Birincisi şudur:
Türk vatandaşları
Devletinden ve milletinden uzaklaştırılmaktadır.
Yokluk ve yoksulluk içerisinde bırakılıp,
Anayasal hakları elinden alınmaktadır.
Yani ne parasız eğitimden,
Ne de sağlık hizmetinden yararlanamamaktadır.
Barınamamaktadır.
Can korkusu,
Namus kaygısı duymaktadır.
Bu perişanlık içerisinde de
Bir cinnet haline itilmektedir.
Bilerek ve isteyerek yapılmaktadır bu.
Çünkü sonunda kalkıp diyeceklerdir ki
“Katiller hapse girsin” diyorsanız,
“Sapıklar yakalansın” istiyorsanız,
“Bize daha fazla yetki verin!”
“Bizi bir kere daha seçin”,
Ama önce şu yeni anayasaya evet deyin diyecekler.
Ne kadar tanıdık bir senaryo değil mi?
İsimler ve aktörler değişse de,
11 Eylül 1980 gecesine kadar kan dökülmesine müsaade edenler de,
Aynı şeyi yapmışlardı bizim nesillerimize.
Kimimizi sağa, kimimizi sola dizdiler,
Kimimizi mezara, kimimizi mapusa düşürdüler.
Onlarsa en büyük makamlara geldiler.
Direncimizi kıran ve belki daha tehlikeli olan ikinci husus da şudur:
Türk kimliğini, Türk vatandaşlığını
“Etnik” bir kimlik gibi yeniden inşa etmek istiyorlar.
Türk milliyetçiliği, 200 yıldır verdiği muasırlaşmak mücadelesinde
İlk defa bu kadar parçalara ayrılmış haldedir.
Bu hal normal değildir!
Bu hal ancak, onu parçalı etkisiz ve dirençsiz kılmak isteyenlerce desteklendiği için
mümkün olabilecek bir haldir.
Bu parçalılık Türk milliyetçiliğinin direncini azaltmaktadır,
Propaganda aygıtları eliyle sinerjisi eritilmektedir.
Mücadele etmesi gereken tek yer olan saray rejimi yerine,
Saray rejiminin işaretlediği çıkmaz sokaklara sürüklenmektedir.
Buradan,
Yüreğinde vatan ve millet sevgisi yatan
Tüm vatandaşlarıma sesleniyorum!
Bilinmelidir ki,
Biz başıboş göçebeler değiliz,
Biz dünyanın dört bir yanında binlerce yıldır devletler kurmuş bir milletiz,
Biz Cumhuriyet nişanını 101 yıl önce kazanmış onur ve akıl sahibi yurttaşlarız!
Bizi devletsiz ve vatansız kılmak için durmadan çalışan bu iktidar çetesini alt edemezsek,
Onun yarattığı büyük problemleri çözecek mertebeye de erişemeyiz.
Bu yıkım projesi de işte o zaman başarıya ulaşmış olur.
15 Temmuz kalkışmasıyla hedeflenen istibdat rejimini,
Olağanüstü hal eliyle getirdikleri yeni sistemle,
Bizzat kendilerinin dayattığı bilinen bir gerçekliktir.
Araçlarla amaçlar yer değiştirdiyse,
Şimdi de sarayın bindirilmiş kıtaları olan sözde göçmenleri,
Bu kaçak sürülerini, onların istediği gibi Türk’ün dengi kabul edersek,
Çok daha büyük bir tuzağın içine düşeceğiz.
Yüz defa düşünüp, bir kere hareket etmeliyiz.
Emin olun karşımızda şeytanla aşık atanlar bulunmaktadır.
Kısaca kimliğimizi, benliğimizi, vatanımızı savunurken,
Onları Türk vatanına sokanların büyük ihanetine payanda olmamalıyız.
İstiklali düşünürken, İzmihlal tuzağına düşmemeliyiz.
Emin olun ki, bir gün size, “Haydi aslanım” diyenler olduğunda da,
Bu tehlike mevzubahis olacaktır.
Burada da Büyük Atatürk’ün yaptığı uyarıyı anlamakla yükümlüyüz:
“Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Türk milleti millî birlik ve beraberlik içerisinde
güçlükleri yenmesini bilmiştir. Çünkü Türk milletinin elinde ve kafasında tuttuğu meşale,
müspet ilimdir.”
Aklımız ve zekamız; kanımız ve cehdimiz ayrılmaz bir bütündür!
İşte muhtaç olduğumuz kudretin gerçek özü de buradadır.
Aşmamız gereken,
Bir önceliklendirme sorunu, bir bilinç sorunu bulunmaktadır.
Bu belanın ve milletin başındaki bütün diğer belaların defedilmesinin
Tek bir yolu ve yöntemi vardır:
Türk milletinin başına kendisini kayyum olarak atayan saraydaki zattan,
Türk devletini kayıtsız ve şartsız geri almaktır.
Bu istibdat rejimini ortadan kaldırmaktır.
Binlerce yıllık devlet aklını ve geleneğini tekrar o makama taşımaktır.
Ne Türkiye’yi küçülterek, makamlarını büyütenler,
Ne Türklüğü küçülterek, onu çocuk oyuncağına çevirenler,
Ne de kendi köhnemiş koltuklarını,
Devlet aklı diye Sülün Osman misali pazarlayanlara
Türk milletinin feda edecek tek bir ferdi bile yoktur.
Hür yaşadık, hür yaşayacağız,
Adaleti amaç edineceğiz,
Cumhuriyeti payidar kılacağız!
Aziz milletim,
Değerli dava arkadaşlarım;
Her zaman söylüyoruz yine söyleyeceğiz.
Saray iktidarı;
Başarısızlıklarını yalanla ve riyakarlıkla örtmeye çalışan,
Boş gösterenlerin iktidarıdır.
Bu iktidar, bu ucube sisteme geçtiği günden beri,
Hiçbir hedefi tutturamamış,
Hiçbir öngörüsü gerçekleşmemiş,
Milletimize verdiği hiçbir vaadini yerine getirememiştir.
Devletimizin işleyen bütün kurumlarını çökerten,
Hayata geçirdiği uygulamalarla,
Kamu kurum ve kuruluşlarını işlevsiz hale getiren AKP,
Özellikle çalışma hayatını tüm emekçiler, işçiler için çekilmez hale getirmiştir.
Devletimizin olmazsa olmaz temel ilkeleri;
Demokratik devlet, hukuk devleti ve sosyal devlet olma vasıfları,
En çok bu iktidar yapısınca talana ve zaafa uğramıştır.
Sosyal devlet,
İnsanımızın onurunu kırmak, gururunu incitmek üzere yeniden organize edilmiştir.
Kışın 3 torba kömür, Ramazan’da 3 tane konserve dağıtarak
Yoksulluk, sevk ve idare edilmektedir.
İzmir’deki yangında 5 çocuğumuzun ölmesi de bundandır.
Çocuklarına bir lokma ekmek parası çıkarmaya çalışan o anneyi,
Gece vakti hurdalıklara gönderen çaresizlik,
Böylesi bir vicdansızlığın iktidarda olmasındandır.
Aile hekimlerinin durumu ortadadır,
Dakikada neredeyse dört hastaya teşhis koymak külfeti altında,
Onlardan bir de “performans” beklenmektedir
İlaç fiyatları ve ilaç yokluğu ortadadır
Hekimlere az ilaç yazarak, performans yükseltmeleri söylenmektedir.
Gerçek sorun sağlık sistemin ta kendisiyken,
Yani hastaneleri adeta AVM haline getirip,
Hastaları da alışverişe gelen müşteriler gibi gören sistem,
Vatandaşı da hekimlere düşman haline getirmektedir.
İşte bu tefeci zihniyet,
Milyonlarca emekçiye ve işçiye nasıl bakıyorsa,
Özel sektör çalışanı ve memura da aynı pencereden bakmaktadır.
“Süründüğüne şükret, nefes alabiliyorsan da bize minnet et” demektedirler.
İşbaşına geldikleri günden beri,
Kendi yarattıkları sefaleti yöneterek, bundan bir vampir gibi beslenmektedirler.
Saray iktidarı, sırtını dayadığı rant çetelerini,
Doymak bilmeyen patronlarını
Üç kuruş vergi alırım da aman küstürürüm diyerek,
Tüm faturayı bu fakir millete kesmek için
Tüm şeytanlıklarını seferber etmektedir.
Yerli ve Milli Baş Ekonomist Erdoğan ve yamağı Vergimatik Mehmet,
Yıl sonuna gelindikçe,
Ağızlarındaki baklayı çıkarmaya başladılar.
Bu beylere göre,
“Ülkemizdeki enflasyonun sebebi ücret ve maaşların yüksekliği” imiş.
“ücret ve maaşların yüksekliği enflasyonun sebebiymiş”.
Bu baklayı çıkartıp, densizce ortaya koymaksa
Merkez Bankası Başkanı’na nasip olmuştur:
Asgari ücreti belirlerken maaşların artış oranı gerçekleşen enflasyon oranını değil,
Gelecek yıl için hedeflenen enflasyon oranını esas alınarak belirlenmeliymiş.
İktidarın işçi–emekçi düşmanı bu yaklaşımının,
Ne kadar şeytani bir plan olduğunu daha net anlamak için geriye gidelim.
Eğer geçtiğimiz yıllarda “Hedeflenen Enflasyon” oranı esas alınsaydı,
Bugün asgari ücret kaç para olacaktı?
2006 itibariyle bu yöntem benimsenseydi,
Asgari ücret sadece 1.875 lira olurdu.
Eğer 2019’dan itibaren hedeflenen enflasyona göre bir hesaplama yapılsaydı,
Bugün asgari ücret yaklaşık 4 bin 100 TL olacaktı.
Bugünkü 17 bin liralık asgari ücretin vatandaşımızı mahkum ettiği,
Adına yaşamak denirse, yaşam standardını düşünürsek, varın gerisini siz hesap edin.
Kısaca,
Yalan ve riyakarlıkta bir marka olan saray iktidarı,
Belli ki artık kendi sınırlarını zorlamaktadır.
Çünkü fiyat enflasyonunu besleyen şey,
Sahip oldukları ahlaksızlık ve yolsuzluk enflasyonudur.
IMF programını IMF’siz ve ondan daha beter uygulayabilen bu iktidar yapısı,
Ancak bir düşman ordusunun,
İşgal ettiği ülkedeki insanlara davranabileceği kadar vicdan ve ahlak sahibidir.
Hedef enflasyon kadar artırılmalı diyenlere şunu sormak isterim:
Yüksek enflasyon nedeniyle, çalışanların 2024 yılında yaşadığı refah kaybı ne olacaktır?
Ayrıca, biz sizin enflasyon tahmininize nasıl güveneceğiz?
Neredeyse her ay enflasyon tahminini artıran siz değil misiniz?
2025 yılı için yüzde 5 olarak başladığınız enflasyon tahminini
En son yüzde 21’e yükselttiniz.
Bunun daha kaç kere değişeceği de meçhuldür.
Türkiye ekonomisi o kadar kötü yönetilmiştir ki asgari ücret için hangi rakamı konuşsak;
Çalışan için düşük, işveren için yüksek kalmaktadır.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da İYİ Parti olarak
Net asgari ücret beklentimizi kamuoyuyla paylaşıyoruz:
2024 yılı için yılsonu TÜFE tahmini en son yüzde 44 olarak revize edilmiştir.
2024 yılında yıllık ortalama Tüketici Fiyat Artışı en az yüzde 58,5 olacaktır.
Biz diyoruz ki; en azından,
Millete çekinmeden yalan söyleme cüreti göstererek,
Oynadığınız sahte enflasyonu baz alın.
Gerçekleşen enflasyon kadar ücret artışı yapmak,
Çalışanın yaşadığı refah kaybını telafi etmemektedir.
İşverenlerin de durumu göz önünde bulundurularak
Temmuz ayında tekrar arttırılmak kaydıyla,
2025 yılının ilk yarısında net asgari ücret en az 28 bin lira olmalıdır.
Bunun altında kalan ücret, Türk milletine zulümdür.
Bu zulmün hesabını sormak da boynumuzun borcudur.
Saygıdeğer milletvekilleri
Değerli konuklar,
Bilindiği üzere Erdoğan’ın dostluğuyla övündüğü,
Bizim ise Türkiye karşıtlığıyla hatırladığımız,
Donald Trump, ABD seçimlerini kazanmıştır.
Hatırlayalım ve hatırlatalım,
2017-2021 yılı arasındaki 1.Trump dönemi,
Türkiye için felaketlerle geçmiştir.
Türkiye, çok ağır hakaretlere
Ve büyük yaptırımlara maruz kalmıştır.
Saray rejimi,
Memleketin istiklal ve istikbalini bir kenara koyarak,
Siyasi ikbalini her şeyin önünde tutmuş,
Ve Türkiye’nin onurunu defaatle çiğnetmiştir.
Hatırlayalım,
İlk kriz, Rahip Brunson olayıydı.
Trump, Erdoğan’a papazı serbest bırakmasını söyledi.
Erdoğan,
“Bu can bu bedende,
bu fakir bu görevde olduğu sürece,
o teröristi alamazsınız” dedi,
Sonra gücü yetmeyince,
Papazı süklüm püklüm teslim etti.
Türkiye’den ithal edilen alüminyum ve çeliğin gümrük vergisini arttırdı.
Ve değer kaybeden maalesef sadece Türk lirası olmadı.
Trump bununla da kalmadı,
Bugün sayısı yüz bini geçtiği söylenen SDG/PYD’yi silahlarla donattı.
Erdoğan, Trump’a tek bir laf edemedi.
Dostluklarının en büyük nişanesi ise,
Erdoğan’ın zaafları yüzünden Türkiye’nin çok geç kaldığı
Ve İYİ Parti’nin de desteklediği
Ekim 2019’da başlayan Barış Pınarı Harekatı sırasında oldu.
Harekat öncesinde Trump mektup yayınladı, tehdit etti.
Hakaret etti,
Erdoğan’a aptallık etme dedi.
İçeride şahin, dışarıda serçe olan zat,
Mektubu iadeli taahhütlü geri gönderdi.
Ardından vize kısıtlamaları geldi,
Türkiye F-35 programından çıkartıldı.
Ve biz milyarlarca dolar ödediğimizle kaldık.
İradesi banka davalarıyla kısıtlanmış olanları,
İkinci Trump döneminde uyarıyorum,
Dış politikada keyfi davranamazsınız.
Uluslararası siyasette gerçekçi olmak zorundasınız.
Devletlerarası ilişkilerde esas olan çıkardır.
Gözetilmesi gereken tek çıkar ise,
Türk milletinin çıkarlarıdır.
Bir daha Türk devletinin aşağılanmasına izin vermeyin.
Biraz olsun onurlu, biraz olsun gururlu olun
Allah aşkına artık biraz Türk olun!
Aziz milletim,
Değerli dava ve yol arkadaşlarım,
Riyakarlığın ve cüretkarlığın
İktidarı gasp ettiği bir noktadayız.
10 Kasım’larda Büyük Atatürk’ün kabrinde bile
Saygısızlık tertiplemekten geri durmayan saraydaki zat,
Kalkmış, Atatürk 10 yıl daha yaşasaymış,
2. Dünya Savaşı sonrası bambaşka bir Türkiye görecekmişiz diyor.
Sanıyorum bu sözlerin arkasındaki manayı anlamak için
Alim veya arif olmaya gerek yok!
Bu sözler, haftalardır bu kürsüden konuştuğumuz
Ve nihayet geçen hafta saray muhafızı ortakları eliyle itiraf edilen
Ömür boyu başkanlık saplantısıyla ilgilidir.
Bu, “Sözde Büyük Türkiye” oyunuyla ilgili ikinci bir itiraf perdesidir.
Ve elbette riyakarlık ve cüretkarlığın en üst ve en iğrenç gömleği giyilerek yapılmaktadır.
Saray kayyumu zat şimdiden bilsin!
Senin değil 10 yıl, orada 10 dakika daha oturmana tahammülümüz yoktur.
Senin çaldığın ve çalacağın savaş davullarından da korkumuz yoktur.
Tüm emareler açıktır ki,
2025 yılı ya saray rejiminin anayasa, çözüm, normalleşme ve savaş naralarını
Bir torbaya doldurup “verin yetkiyi” dediği yıl olacak,
Ya da bizim bu rejimi çöp torbasına koyup attığımız dönemin şafağı olacaktır.
Çoktan gayrı meşru hale gelen saray rejimi ve başındaki zat da çok iyi bilmektedir ki
“Bir daha cumhurbaşkanı olamayacaktır!!”
Kopartmaya çalıştıkları tüm fırtınaların sebebi de önlerinde duran bu hakikattir.
Türk milletini “şok doktrini” yoluyla ölüm fermanına ikna etmek için debeleniyorlar
Saçmalıyorlar, deliriyorlar.
Bu öyle bir deliliktir ki,
Terör rejimiyle yönetilen İsrail’e,
ABD ve Londra’nın faiz lobilerine,
İstihbarat servislerine,
Avrupa’daki eski ortaklarına, dostlarına ve varlık sebeplerine,
22 yıllık diyet borçlarını ödemek için,
Göreve gelirken hangi taahhütleri, görevde kalmak için hangi tavizleri verdilerse,
Bugün de o koltuktan kalkmamak için emin olunuz ki,
“Ne istiyorlarsa verecekler!”
Değil terörist başını İmralı’dan çıkartmak;
Emin olun, Anayasa’dan çıkartmayacakları hiçbir madde,
Koltukları için feda etmeyecekleri hiçbir değer yoktur.
Türk topraklarını taammüden,
Avrupa’nın insan ve atık çöplüğü yapmalarının sebebi de,
Lügatlerinde satılamayacak, pazarlanamayacak hiçbir şeyin olmamasıdır.
İşte bu yüzden,
Bilinmelidir ve unutulmamalıdır ki Türk,
Kendi devletine adını verirken,
O devletten de adını almıştır.
Bu ruhun ve cismin bileşkesi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.
Her kim ki Türklüğü ve Cumhuriyeti
Üniterliği ve meclis üstünlüğünü ayırmaya, ortadan kaldırmaya çalışır,
Bilin ki o iflah olmaz bir gafildir,
Aklını yitirmiş bir delidir.
Ve muhakkak ki bu millet ona haddini bildirecektir.
Sayın milletvekilleri,
Değerli dava arkadaşlarım;
TBMM’de gündeme gelecek ve kamuoyunda Etki Ajanlığı yasası olarak da bilinen
Yeni düzenlemeyle ilgili görüşlerimi de kısaca paylaşmak istiyorum.
Bilindiği gibi bu konu daha önceden de gündeme getirilmiş,
Ayrıntılı bir değerlendirmede bulunmuştum.
Ülkemizin güvenliği için atılan bir adım olarak sunulmak istenen bu yasal düzenleme,
Aslında ifade özgürlüğünü sınırlayan,
Eleştiriyi kriminalize eden,
Kamusal alanda bazı faaliyetlerin,
Devletin güvenliğiyle ilişkilendirilip cezalandırılmasını sağlayan bir istibdat arayışıdır.
Burada asıl olan devletin güvenliği değil,
İktidarın güvenliği ve keyfiliğidir.
Geçmişte söylemiştim.
Bugün de tekrarlayayım.
Soğuk savaş döneminde değiliz Sayın Erdoğan.
Burası Sovyetler Birliği değil,
Siz de Stalin değilsiniz.
Mülteci politikalarına karşı çıkan,
Demografik değişim endişelerini dile getirenleri bile,
Etki Ajanı olarak nitelendirmeyi mümkün kılacak bu yasa teklifini şiddetle reddediyoruz.
Bu bir tiranlık uygulamasıdır.
Yol yakınken bu hatadan dönün.
İYİ Parti olarak bütün milletvekillerimizle birlikte,
Demokrasiyi katleden,
İfade özgürlüğünü sekteye uğratan,
Söz söyleme ve eleştirme hakkına tecavüz eden,
İktidarın, istediğini ajan, gerçek ajanı da masum ve muteber ilan ettirebileceği
Bu derebeylik yasasına sonuna kadar direneceğiz.
Büyük Türk milleti,
Değerli dava ve yol arkadaşlarım;
Siyasetimizin tek bir amacı vardır,
Yolumuz tek bir istikamete çıkmaktadır:
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”
Bunu dilinden ölümü düşürmeyenler,
Ölümden başka bir şeyi düşlemeyenler,
Siyasetleri çoktan ve beyhude bir cesede dönüşenler anlayamazlar.
Bizim varlığımızı armağan ettiğimiz,
Uğruna elbette ölümü göze aldığımız bu aziz vatanın,
Ve onun yegane sahibi Türk milletinin her bir ferdinin,
Yaşaması ve gülmesi için bu yola çıktığımızı anlayamazlar.
Biz ne mutlu Türk’üm diyene sözündeki
Mutluluğu ülkü edinenleriz.
Bizi merak ediyorsanız, biz Türkleriz…
Yalnız bu adla yaşar ve yalnız bunu dileriz!
Biz, yazarken, konuşurken, düşünürken,
Graham Fuller’den esinlenip etkilenmeyiz.
Bize kendi töremiz, kendi yasamız, kendi tarihimiz yeter!
Bizler boyun eğmeyenleriz!
“Bu dilek yolunda ölmek, Türklere olmaz tasa,
Türk’e boyun eğdirir, yalnız töreyle yasa”
Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sağolun, varolun, Allah’a emanet olun.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İYİ Parti Genel Başkan'ı Musavat Dervişoğlu Grup Toplantısı
Aziz Türk milleti, milletvekilleri, dava arkadaşları, vatandaşlarımız ve basınımız toplanarak Atatürk'ü anma toplantısı düzenledi. İYİ Parti Genel Merkezi, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu ve siyasi gelişmeleri eleştirdi. Türk milleti için adalet ve demokrasi mücadelesi devam ediyor.
.
Aziz Türk milleti,
Saygıdeğer milletvekilleri,
Kıymetli dava arkadaşlarım,
Ekranları başında ve sosyal medya platformlarında bizleri izleyen muhterem
vatandaşlarım,
Basınımızın değerli mensupları,
Salonumuzu teşrif eden hanımefendiler ve beyefendiler,
Sevgili gençler,
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum
Haftalık grup toplantımıza hoş geldiniz, şeref verdiniz.
Büyük Atatürk’ü ebediyete irtihalinin 86. yılında hep birlikte andık.
Ancak O’nu anmakla, anlamak arasındaki mesafe hala çok büyüktür.
Ama emin olduğum bir şey varsa,
Daima O’nu anlamaya çalışan Cumhuriyet çocukları olduğumuzdur.
O’ndan öğrendiğimiz ve anladığımız şeylerin başında da “Türk olmak” vardır.
Bizlere bunu Büyük Atatürk öğretti!
Çünkü O,
Türklüğü yüzyıllar süren uzun uykusundan uyandırandır.
Türk’e bir vatan ve yeni bir devlet,
Hürriyet ve ülkü,
Gurur ve şan verendir.
Türklüğü elbette Atatürk var etmemiştir.
Ama Türklüğün tarihteki son varoluş mücadelesini o muzaffer eylemiş,
20. asırda Türklüğü tariflemek şeref ve kudretine “O” sahip olmuştur.
Bize yeni bir yaşam biçimi,
Toplum olma bilinci ve yeni bir yönetim şekli vermiştir.
Çünkü asırlar boyunca, dünyanın şartları kökünden, kesin olarak değişirken
O yeni şartlara göre uygun hareket edilmediğinden ve edilemediğinden
Biz bir imparatorluk kaybetmiştik.
Kaybettiğimizin farkına vardığımızda ise iş işten geçmişti.
Çoktan değişmiş olan Yeni Dünya’nın en büyük kuralı şu idi:
Ne ekonomik ne de siyasi hiçbir karar, hiçbir eylem,
Ne kısa, ne de uzun vadeli hiçbir plan,
Bir kişinin iki dudağından çıkacak söze bırakılamazdı.
Hür bir millet olmak için, hür fertler olmak gerekiyordu.
Ayırmadan, kayırmadan,
Şahıslara ve keyfiyete mahal bırakmayacak şekilde,
Etnik kökene, dine, mezhebe ve bölgeye bakılmaksızın,
Tüm vatan sathında, aynı kanunla yönetmek icap ediyordu.
Devleti millete, milleti de fertlere aracısız şekilde bağlamak gerekiyordu.
Ferdin adı, Türk’tü.
O millet Türk milleti idi.
İşte Cumhuriyet bu yüzden kuruldu...
Şimdi 86 yıl sonra geriye dönüp baktığımızda
O’nu anmaktan çok anlamaya dönük ihtiyacımız,
Bu yüzden her şeyden çok daha önemlidir.
O’nun naçiz vücudunun toprak olmasıyla
O’nun en büyük emanetinin;
Türkiye Cumhuriyeti’nin var olması da buradan geçmektedir.
İşte bu kürsüyü kullanabildiğim müddetçe ben bunu anlatacağım.
Bunun için savaş verecek,
Ve bunun için son nefesimize kadar mücadele edeceğiz.
Değerli dava arkadaşlarım.
Bugün içinde bulunduğumuz hal ve gidişat,
Yalnızca 86 yıl önce bu dünyadan göçüp gitmiş o naçiz vücuda karşı yapılan
Hain ve menfur saldırılardan ibaret değildir.
Türk milleti telafisi mümkün olmayan bir yere doğru götürülmektedir.
Kısa ve öz ifade edeyim:
Büyüyoruz diyecekler ve bizi küçültecekler.
Bakınız,
Önce sistemi değiştirdiler,
Egemenliği Türk milletinden aldılar.
Hem de Türk milletinin çoğunluğuna onaylatarak yaptılar bunu.
Adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dediler,
İstikrar dediler, “büyük devlet böyle olur” dediler,
Neticede: Türk milletinin kaderi ve iradesi,
Bir faninin kaderi ve iradesine hapsedildi.
Türk devletini küçülttüler, Cumhur İttifakı devletini ise büyüttüler.
Sonra Türk milletinden egemenliğini almak yetmez,
Onu çoğunluk olmaktan da çıkartmak gerekir dediler.
İşte yıllardır yaptıkları nüfus mühendisliğinin amacı buydu.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını can evinden vurdular,
Çünkü hırsız içeride olunca, kapı zaten kilit tutmayacaktı.
Sınırları açtılar, din kardeşlerimiz dediler,
Türkiye büyük ülkedir, büyük nüfus gerekir dediler,
Şimdi milyonlarca soyu sopu belirsiz insan,
Bizi kendi vatanımızda çırak çıkarmaktadır.
101 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca
Türlü biçimlerde uygulanmaya çalışılan aynı oyunu oynuyorlar.
Açıkça Türk’ün vatanını kesip biçmenin
En kurnaz yöntemlerini uyguluyorlar.
Bir koyup üç alacağız diyecekler.
“Bölgemizin patronu olacağız” diyecekler.
“Süper güç olacağız” diyecekler.
Dün “demokrasi” getiriyoruz diyerek,
Demokratik açılımla yapmaya çalıştıkları şeyi,
Bugün, “Büyük Türkiye’yi” kuruyoruz diye yapacaklar.
Emin olun o an gelip, ete kemiğe büründüğünde,
Biz çoktan küçülmüş olacağız.
Ne hürriyet kalacak geride,
Ne Cumhuriyet.
Ne Türk milleti kalacak geride,
Ne de egemenliğimiz.
Bugün ağır ateşte pişirdikleri şeyin özünde,
Ortağı ve eş başkanı olmakla gurur duydukları
Büyük Ortadoğu Projesi’nin bu safhasında,
Normalleşmeden, yeni anayasaya,
“Devletin ülkesi, milleti olmaz” hadsizliğinden,
Terörist başını Meclis kürsüsüne davet eden delirmişliğe kadar her şey,
Sınırlarımızın hemen dibinde,
ABD, İngiltere ve İsrail’in talimatlarıyla,
İki sipariş devletin hamiliğini yaptırma planlarıyla ilgilidir.
İçeriye Misak-ı Milli; dışarıya da tekmil vererek yapacakları değnekçiliği,
Daha şimdiden üstün hizmet madalyası gibi yakalarına takmış anlatıyorlar.
İşte bunun adına “Büyük Türkiye” diyorlar,
Bunların ağzından “büyük” sıfatını duyduğunuz an, bilin ki Türkiye küçülmektedir.
Ve 101 yıl önce bize armağan ve emanet edilmiş olan
İstiklal ve Cumhuriyetimizi kaybetmek üzereyizdir.
Oyunun Türkiye’deki oyuncularının kimler olduklarını da çok iyi biliyorsunuz.
Başrollerde “iç cephe dedikleri” şey vardır.
İktidar adına malum saray mukimi,
Türk milliyetçiliğinden sorumlu malum bir devlet bakanı,
Ana muhalefet adına malum bir genel başkan,
Kandil’deki gedikli teröristler,
İmralı’daki terörist başı,
Onların Metropol sözcüleri malum eş başkanlar…
İşte iç cephe ve mahdumları bunlardır.
Bu “eş başkanlar” ve yardakçılarına da iki kelam etmeden geçmeyeceğim.
Bu büyük milletinin huzurunu, toplumsal barışını,
Etnik siyasetle zehirlemeyi kendilerine görev sayan,
Türkiye’nin menfaatlerinin aleyhine olan her şeyin işbirlikçiliğine teşne olan,
Kayyım gibi hukuksuz bir süreci,
Seçmen iradesinin gaspını bile özünden kopartıp,
Kirli siyasetlerine ve maksatlarına alet edip,
Cumhuriyete olan bitmeyen kinlerini,
Türk milletinin anlamına ve birliğine olan düşmanlıklarını,
Cumhuriyet düşmanlarını kutsamak üzerinden,
Dağda silahla, ovada tehditle her fırsatta dile ve eyleme döken bu alçaklara,
Geçmişte ne yapıldığını, şimdi ve gelecekte de ne yapılacağını hatırlattığımızda
Ses, bambaşka bir yerden geldi.
Bilinsin ki,
Cumhuriyet düşmanları nasıl yargılandılarsa, ne yaşadılarsa,
Cumhuriyet düşmanlarına çanakçılık yapanlar da öyle yargılanacaklardır.
Öyle muamele göreceklerdir.
Bu devletin anayasası ile kurulmuş baroların arkasına sığınarak,
Bu ülkeye düşmanlık yapanlara tekraren söyleyeyim:
Türk yargısı kararlarını Türk milleti adına verir.
Ona hasım olanların mahkemedeki yeri bellidir.
Şeyh Sait gibi sanık sandalyesidir
Seyit Rıza gibi sanık sandalyesidir.
Bizim savunduğumuz şey Cumhuriyet’tir
Uğruna öleceğimiz şey de Cumhuriyet’tir.
Mahkemedeki sandalyemizin yeri bellidir.
Şimdi bana söyleyin,
Sizin yeriniz neresidir?
Yüce Türk milleti yazan imza satırı mı?
Yoksa hükmün verildiği karar satırı mı? göreceğiz bakalım!
Büyük Türk milleti,
Bugün yaşadığımız elim ve vahim vaziyette
İki hususa dikkat çekmek isterim:
Bu iki husus,
Direncimizin nasıl kırıldığına,
Bizi nasıl savunmasız kıldıklarına ilişkindir.
Birincisi şudur:
Türk vatandaşları
Devletinden ve milletinden uzaklaştırılmaktadır.
Yokluk ve yoksulluk içerisinde bırakılıp,
Anayasal hakları elinden alınmaktadır.
Yani ne parasız eğitimden,
Ne de sağlık hizmetinden yararlanamamaktadır.
Barınamamaktadır.
Can korkusu,
Namus kaygısı duymaktadır.
Bu perişanlık içerisinde de
Bir cinnet haline itilmektedir.
Bilerek ve isteyerek yapılmaktadır bu.
Çünkü sonunda kalkıp diyeceklerdir ki
“Katiller hapse girsin” diyorsanız,
“Sapıklar yakalansın” istiyorsanız,
“Bize daha fazla yetki verin!”
“Bizi bir kere daha seçin”,
Ama önce şu yeni anayasaya evet deyin diyecekler.
Ne kadar tanıdık bir senaryo değil mi?
İsimler ve aktörler değişse de,
11 Eylül 1980 gecesine kadar kan dökülmesine müsaade edenler de,
Aynı şeyi yapmışlardı bizim nesillerimize.
Kimimizi sağa, kimimizi sola dizdiler,
Kimimizi mezara, kimimizi mapusa düşürdüler.
Onlarsa en büyük makamlara geldiler.
Direncimizi kıran ve belki daha tehlikeli olan ikinci husus da şudur:
Türk kimliğini, Türk vatandaşlığını
“Etnik” bir kimlik gibi yeniden inşa etmek istiyorlar.
Türk milliyetçiliği, 200 yıldır verdiği muasırlaşmak mücadelesinde
İlk defa bu kadar parçalara ayrılmış haldedir.
Bu hal normal değildir!
Bu hal ancak, onu parçalı etkisiz ve dirençsiz kılmak isteyenlerce desteklendiği için
mümkün olabilecek bir haldir.
Bu parçalılık Türk milliyetçiliğinin direncini azaltmaktadır,
Propaganda aygıtları eliyle sinerjisi eritilmektedir.
Mücadele etmesi gereken tek yer olan saray rejimi yerine,
Saray rejiminin işaretlediği çıkmaz sokaklara sürüklenmektedir.
Buradan,
Yüreğinde vatan ve millet sevgisi yatan
Tüm vatandaşlarıma sesleniyorum!
Bilinmelidir ki,
Biz başıboş göçebeler değiliz,
Biz dünyanın dört bir yanında binlerce yıldır devletler kurmuş bir milletiz,
Biz Cumhuriyet nişanını 101 yıl önce kazanmış onur ve akıl sahibi yurttaşlarız!
Bizi devletsiz ve vatansız kılmak için durmadan çalışan bu iktidar çetesini alt edemezsek,
Onun yarattığı büyük problemleri çözecek mertebeye de erişemeyiz.
Bu yıkım projesi de işte o zaman başarıya ulaşmış olur.
15 Temmuz kalkışmasıyla hedeflenen istibdat rejimini,
Olağanüstü hal eliyle getirdikleri yeni sistemle,
Bizzat kendilerinin dayattığı bilinen bir gerçekliktir.
Araçlarla amaçlar yer değiştirdiyse,
Şimdi de sarayın bindirilmiş kıtaları olan sözde göçmenleri,
Bu kaçak sürülerini, onların istediği gibi Türk’ün dengi kabul edersek,
Çok daha büyük bir tuzağın içine düşeceğiz.
Yüz defa düşünüp, bir kere hareket etmeliyiz.
Emin olun karşımızda şeytanla aşık atanlar bulunmaktadır.
Kısaca kimliğimizi, benliğimizi, vatanımızı savunurken,
Onları Türk vatanına sokanların büyük ihanetine payanda olmamalıyız.
İstiklali düşünürken, İzmihlal tuzağına düşmemeliyiz.
Emin olun ki, bir gün size, “Haydi aslanım” diyenler olduğunda da,
Bu tehlike mevzubahis olacaktır.
Burada da Büyük Atatürk’ün yaptığı uyarıyı anlamakla yükümlüyüz:
“Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Türk milleti millî birlik ve beraberlik içerisinde
güçlükleri yenmesini bilmiştir. Çünkü Türk milletinin elinde ve kafasında tuttuğu meşale,
müspet ilimdir.”
Aklımız ve zekamız; kanımız ve cehdimiz ayrılmaz bir bütündür!
İşte muhtaç olduğumuz kudretin gerçek özü de buradadır.
Aşmamız gereken,
Bir önceliklendirme sorunu, bir bilinç sorunu bulunmaktadır.
Bu belanın ve milletin başındaki bütün diğer belaların defedilmesinin
Tek bir yolu ve yöntemi vardır:
Türk milletinin başına kendisini kayyum olarak atayan saraydaki zattan,
Türk devletini kayıtsız ve şartsız geri almaktır.
Bu istibdat rejimini ortadan kaldırmaktır.
Binlerce yıllık devlet aklını ve geleneğini tekrar o makama taşımaktır.
Ne Türkiye’yi küçülterek, makamlarını büyütenler,
Ne Türklüğü küçülterek, onu çocuk oyuncağına çevirenler,
Ne de kendi köhnemiş koltuklarını,
Devlet aklı diye Sülün Osman misali pazarlayanlara
Türk milletinin feda edecek tek bir ferdi bile yoktur.
Hür yaşadık, hür yaşayacağız,
Adaleti amaç edineceğiz,
Cumhuriyeti payidar kılacağız!
Aziz milletim,
Değerli dava arkadaşlarım;
Her zaman söylüyoruz yine söyleyeceğiz.
Saray iktidarı;
Başarısızlıklarını yalanla ve riyakarlıkla örtmeye çalışan,
Boş gösterenlerin iktidarıdır.
Bu iktidar, bu ucube sisteme geçtiği günden beri,
Hiçbir hedefi tutturamamış,
Hiçbir öngörüsü gerçekleşmemiş,
Milletimize verdiği hiçbir vaadini yerine getirememiştir.
Devletimizin işleyen bütün kurumlarını çökerten,
Hayata geçirdiği uygulamalarla,
Kamu kurum ve kuruluşlarını işlevsiz hale getiren AKP,
Özellikle çalışma hayatını tüm emekçiler, işçiler için çekilmez hale getirmiştir.
Devletimizin olmazsa olmaz temel ilkeleri;
Demokratik devlet, hukuk devleti ve sosyal devlet olma vasıfları,
En çok bu iktidar yapısınca talana ve zaafa uğramıştır.
Sosyal devlet,
İnsanımızın onurunu kırmak, gururunu incitmek üzere yeniden organize edilmiştir.
Kışın 3 torba kömür, Ramazan’da 3 tane konserve dağıtarak
Yoksulluk, sevk ve idare edilmektedir.
İzmir’deki yangında 5 çocuğumuzun ölmesi de bundandır.
Çocuklarına bir lokma ekmek parası çıkarmaya çalışan o anneyi,
Gece vakti hurdalıklara gönderen çaresizlik,
Böylesi bir vicdansızlığın iktidarda olmasındandır.
Aile hekimlerinin durumu ortadadır,
Dakikada neredeyse dört hastaya teşhis koymak külfeti altında,
Onlardan bir de “performans” beklenmektedir
İlaç fiyatları ve ilaç yokluğu ortadadır
Hekimlere az ilaç yazarak, performans yükseltmeleri söylenmektedir.
Gerçek sorun sağlık sistemin ta kendisiyken,
Yani hastaneleri adeta AVM haline getirip,
Hastaları da alışverişe gelen müşteriler gibi gören sistem,
Vatandaşı da hekimlere düşman haline getirmektedir.
İşte bu tefeci zihniyet,
Milyonlarca emekçiye ve işçiye nasıl bakıyorsa,
Özel sektör çalışanı ve memura da aynı pencereden bakmaktadır.
“Süründüğüne şükret, nefes alabiliyorsan da bize minnet et” demektedirler.
İşbaşına geldikleri günden beri,
Kendi yarattıkları sefaleti yöneterek, bundan bir vampir gibi beslenmektedirler.
Saray iktidarı, sırtını dayadığı rant çetelerini,
Doymak bilmeyen patronlarını
Üç kuruş vergi alırım da aman küstürürüm diyerek,
Tüm faturayı bu fakir millete kesmek için
Tüm şeytanlıklarını seferber etmektedir.
Yerli ve Milli Baş Ekonomist Erdoğan ve yamağı Vergimatik Mehmet,
Yıl sonuna gelindikçe,
Ağızlarındaki baklayı çıkarmaya başladılar.
Bu beylere göre,
“Ülkemizdeki enflasyonun sebebi ücret ve maaşların yüksekliği” imiş.
“ücret ve maaşların yüksekliği enflasyonun sebebiymiş”.
Bu baklayı çıkartıp, densizce ortaya koymaksa
Merkez Bankası Başkanı’na nasip olmuştur:
Asgari ücreti belirlerken maaşların artış oranı gerçekleşen enflasyon oranını değil,
Gelecek yıl için hedeflenen enflasyon oranını esas alınarak belirlenmeliymiş.
İktidarın işçi–emekçi düşmanı bu yaklaşımının,
Ne kadar şeytani bir plan olduğunu daha net anlamak için geriye gidelim.
Eğer geçtiğimiz yıllarda “Hedeflenen Enflasyon” oranı esas alınsaydı,
Bugün asgari ücret kaç para olacaktı?
2006 itibariyle bu yöntem benimsenseydi,
Asgari ücret sadece 1.875 lira olurdu.
Eğer 2019’dan itibaren hedeflenen enflasyona göre bir hesaplama yapılsaydı,
Bugün asgari ücret yaklaşık 4 bin 100 TL olacaktı.
Bugünkü 17 bin liralık asgari ücretin vatandaşımızı mahkum ettiği,
Adına yaşamak denirse, yaşam standardını düşünürsek, varın gerisini siz hesap edin.
Kısaca,
Yalan ve riyakarlıkta bir marka olan saray iktidarı,
Belli ki artık kendi sınırlarını zorlamaktadır.
Çünkü fiyat enflasyonunu besleyen şey,
Sahip oldukları ahlaksızlık ve yolsuzluk enflasyonudur.
IMF programını IMF’siz ve ondan daha beter uygulayabilen bu iktidar yapısı,
Ancak bir düşman ordusunun,
İşgal ettiği ülkedeki insanlara davranabileceği kadar vicdan ve ahlak sahibidir.
Hedef enflasyon kadar artırılmalı diyenlere şunu sormak isterim:
Yüksek enflasyon nedeniyle, çalışanların 2024 yılında yaşadığı refah kaybı ne olacaktır?
Ayrıca, biz sizin enflasyon tahmininize nasıl güveneceğiz?
Neredeyse her ay enflasyon tahminini artıran siz değil misiniz?
2025 yılı için yüzde 5 olarak başladığınız enflasyon tahminini
En son yüzde 21’e yükselttiniz.
Bunun daha kaç kere değişeceği de meçhuldür.
Türkiye ekonomisi o kadar kötü yönetilmiştir ki asgari ücret için hangi rakamı konuşsak;
Çalışan için düşük, işveren için yüksek kalmaktadır.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da İYİ Parti olarak
Net asgari ücret beklentimizi kamuoyuyla paylaşıyoruz:
2024 yılı için yılsonu TÜFE tahmini en son yüzde 44 olarak revize edilmiştir.
2024 yılında yıllık ortalama Tüketici Fiyat Artışı en az yüzde 58,5 olacaktır.
Biz diyoruz ki; en azından,
Millete çekinmeden yalan söyleme cüreti göstererek,
Oynadığınız sahte enflasyonu baz alın.
Gerçekleşen enflasyon kadar ücret artışı yapmak,
Çalışanın yaşadığı refah kaybını telafi etmemektedir.
İşverenlerin de durumu göz önünde bulundurularak
Temmuz ayında tekrar arttırılmak kaydıyla,
2025 yılının ilk yarısında net asgari ücret en az 28 bin lira olmalıdır.
Bunun altında kalan ücret, Türk milletine zulümdür.
Bu zulmün hesabını sormak da boynumuzun borcudur.
Saygıdeğer milletvekilleri
Değerli konuklar,
Bilindiği üzere Erdoğan’ın dostluğuyla övündüğü,
Bizim ise Türkiye karşıtlığıyla hatırladığımız,
Donald Trump, ABD seçimlerini kazanmıştır.
Hatırlayalım ve hatırlatalım,
2017-2021 yılı arasındaki 1.Trump dönemi,
Türkiye için felaketlerle geçmiştir.
Türkiye, çok ağır hakaretlere
Ve büyük yaptırımlara maruz kalmıştır.
Saray rejimi,
Memleketin istiklal ve istikbalini bir kenara koyarak,
Siyasi ikbalini her şeyin önünde tutmuş,
Ve Türkiye’nin onurunu defaatle çiğnetmiştir.
Hatırlayalım,
İlk kriz, Rahip Brunson olayıydı.
Trump, Erdoğan’a papazı serbest bırakmasını söyledi.
Erdoğan,
“Bu can bu bedende,
bu fakir bu görevde olduğu sürece,
o teröristi alamazsınız” dedi,
Sonra gücü yetmeyince,
Papazı süklüm püklüm teslim etti.
Türkiye’den ithal edilen alüminyum ve çeliğin gümrük vergisini arttırdı.
Ve değer kaybeden maalesef sadece Türk lirası olmadı.
Trump bununla da kalmadı,
Bugün sayısı yüz bini geçtiği söylenen SDG/PYD’yi silahlarla donattı.
Erdoğan, Trump’a tek bir laf edemedi.
Dostluklarının en büyük nişanesi ise,
Erdoğan’ın zaafları yüzünden Türkiye’nin çok geç kaldığı
Ve İYİ Parti’nin de desteklediği
Ekim 2019’da başlayan Barış Pınarı Harekatı sırasında oldu.
Harekat öncesinde Trump mektup yayınladı, tehdit etti.
Hakaret etti,
Erdoğan’a aptallık etme dedi.
İçeride şahin, dışarıda serçe olan zat,
Mektubu iadeli taahhütlü geri gönderdi.
Ardından vize kısıtlamaları geldi,
Türkiye F-35 programından çıkartıldı.
Ve biz milyarlarca dolar ödediğimizle kaldık.
İradesi banka davalarıyla kısıtlanmış olanları,
İkinci Trump döneminde uyarıyorum,
Dış politikada keyfi davranamazsınız.
Uluslararası siyasette gerçekçi olmak zorundasınız.
Devletlerarası ilişkilerde esas olan çıkardır.
Gözetilmesi gereken tek çıkar ise,
Türk milletinin çıkarlarıdır.
Bir daha Türk devletinin aşağılanmasına izin vermeyin.
Biraz olsun onurlu, biraz olsun gururlu olun
Allah aşkına artık biraz Türk olun!
Aziz milletim,
Değerli dava ve yol arkadaşlarım,
Riyakarlığın ve cüretkarlığın
İktidarı gasp ettiği bir noktadayız.
10 Kasım’larda Büyük Atatürk’ün kabrinde bile
Saygısızlık tertiplemekten geri durmayan saraydaki zat,
Kalkmış, Atatürk 10 yıl daha yaşasaymış,
2. Dünya Savaşı sonrası bambaşka bir Türkiye görecekmişiz diyor.
Sanıyorum bu sözlerin arkasındaki manayı anlamak için
Alim veya arif olmaya gerek yok!
Bu sözler, haftalardır bu kürsüden konuştuğumuz
Ve nihayet geçen hafta saray muhafızı ortakları eliyle itiraf edilen
Ömür boyu başkanlık saplantısıyla ilgilidir.
Bu, “Sözde Büyük Türkiye” oyunuyla ilgili ikinci bir itiraf perdesidir.
Ve elbette riyakarlık ve cüretkarlığın en üst ve en iğrenç gömleği giyilerek yapılmaktadır.
Saray kayyumu zat şimdiden bilsin!
Senin değil 10 yıl, orada 10 dakika daha oturmana tahammülümüz yoktur.
Senin çaldığın ve çalacağın savaş davullarından da korkumuz yoktur.
Tüm emareler açıktır ki,
2025 yılı ya saray rejiminin anayasa, çözüm, normalleşme ve savaş naralarını
Bir torbaya doldurup “verin yetkiyi” dediği yıl olacak,
Ya da bizim bu rejimi çöp torbasına koyup attığımız dönemin şafağı olacaktır.
Çoktan gayrı meşru hale gelen saray rejimi ve başındaki zat da çok iyi bilmektedir ki
“Bir daha cumhurbaşkanı olamayacaktır!!”
Kopartmaya çalıştıkları tüm fırtınaların sebebi de önlerinde duran bu hakikattir.
Türk milletini “şok doktrini” yoluyla ölüm fermanına ikna etmek için debeleniyorlar
Saçmalıyorlar, deliriyorlar.
Bu öyle bir deliliktir ki,
Terör rejimiyle yönetilen İsrail’e,
ABD ve Londra’nın faiz lobilerine,
İstihbarat servislerine,
Avrupa’daki eski ortaklarına, dostlarına ve varlık sebeplerine,
22 yıllık diyet borçlarını ödemek için,
Göreve gelirken hangi taahhütleri, görevde kalmak için hangi tavizleri verdilerse,
Bugün de o koltuktan kalkmamak için emin olunuz ki,
“Ne istiyorlarsa verecekler!”
Değil terörist başını İmralı’dan çıkartmak;
Emin olun, Anayasa’dan çıkartmayacakları hiçbir madde,
Koltukları için feda etmeyecekleri hiçbir değer yoktur.
Türk topraklarını taammüden,
Avrupa’nın insan ve atık çöplüğü yapmalarının sebebi de,
Lügatlerinde satılamayacak, pazarlanamayacak hiçbir şeyin olmamasıdır.
İşte bu yüzden,
Bilinmelidir ve unutulmamalıdır ki Türk,
Kendi devletine adını verirken,
O devletten de adını almıştır.
Bu ruhun ve cismin bileşkesi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.
Her kim ki Türklüğü ve Cumhuriyeti
Üniterliği ve meclis üstünlüğünü ayırmaya, ortadan kaldırmaya çalışır,
Bilin ki o iflah olmaz bir gafildir,
Aklını yitirmiş bir delidir.
Ve muhakkak ki bu millet ona haddini bildirecektir.
Sayın milletvekilleri,
Değerli dava arkadaşlarım;
TBMM’de gündeme gelecek ve kamuoyunda Etki Ajanlığı yasası olarak da bilinen
Yeni düzenlemeyle ilgili görüşlerimi de kısaca paylaşmak istiyorum.
Bilindiği gibi bu konu daha önceden de gündeme getirilmiş,
Ayrıntılı bir değerlendirmede bulunmuştum.
Ülkemizin güvenliği için atılan bir adım olarak sunulmak istenen bu yasal düzenleme,
Aslında ifade özgürlüğünü sınırlayan,
Eleştiriyi kriminalize eden,
Kamusal alanda bazı faaliyetlerin,
Devletin güvenliğiyle ilişkilendirilip cezalandırılmasını sağlayan bir istibdat arayışıdır.
Burada asıl olan devletin güvenliği değil,
İktidarın güvenliği ve keyfiliğidir.
Geçmişte söylemiştim.
Bugün de tekrarlayayım.
Soğuk savaş döneminde değiliz Sayın Erdoğan.
Burası Sovyetler Birliği değil,
Siz de Stalin değilsiniz.
Mülteci politikalarına karşı çıkan,
Demografik değişim endişelerini dile getirenleri bile,
Etki Ajanı olarak nitelendirmeyi mümkün kılacak bu yasa teklifini şiddetle reddediyoruz.
Bu bir tiranlık uygulamasıdır.
Yol yakınken bu hatadan dönün.
İYİ Parti olarak bütün milletvekillerimizle birlikte,
Demokrasiyi katleden,
İfade özgürlüğünü sekteye uğratan,
Söz söyleme ve eleştirme hakkına tecavüz eden,
İktidarın, istediğini ajan, gerçek ajanı da masum ve muteber ilan ettirebileceği
Bu derebeylik yasasına sonuna kadar direneceğiz.
Büyük Türk milleti,
Değerli dava ve yol arkadaşlarım;
Siyasetimizin tek bir amacı vardır,
Yolumuz tek bir istikamete çıkmaktadır:
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”
Bunu dilinden ölümü düşürmeyenler,
Ölümden başka bir şeyi düşlemeyenler,
Siyasetleri çoktan ve beyhude bir cesede dönüşenler anlayamazlar.
Bizim varlığımızı armağan ettiğimiz,
Uğruna elbette ölümü göze aldığımız bu aziz vatanın,
Ve onun yegane sahibi Türk milletinin her bir ferdinin,
Yaşaması ve gülmesi için bu yola çıktığımızı anlayamazlar.
Biz ne mutlu Türk’üm diyene sözündeki
Mutluluğu ülkü edinenleriz.
Bizi merak ediyorsanız, biz Türkleriz…
Yalnız bu adla yaşar ve yalnız bunu dileriz!
Biz, yazarken, konuşurken, düşünürken,
Graham Fuller’den esinlenip etkilenmeyiz.
Bize kendi töremiz, kendi yasamız, kendi tarihimiz yeter!
Bizler boyun eğmeyenleriz!
“Bu dilek yolunda ölmek, Türklere olmaz tasa,
Türk’e boyun eğdirir, yalnız töreyle yasa”
Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sağolun, varolun, Allah’a emanet olun.
En Çok Okunan Haberler